Hayvanlar terk ettiler kentleri, sanki yalnız başımıza bırakmak istermiş gibi bizleri. Son kalan sadık dostlarımıza da etmediğimiz eziyeti bırakmadık.
Kuşları kafeslere, kaplumbağaları cam fanuslara, köpekleri, kedileri, ayıları, maymunları, daha nicelerini hatta ormanlar kralı aslanı bile demir parmaklıklar ardına hapsedip kendimizi özgürlük bekçisi ilan ettik.
Yaşam alanlarımızı ağaçlardan, hayvanlardan, akan derelerden temizledik ki demirden arabalarımızı daha hızlı kullanabilelim, betondan kutularımızı göğü delecek kadar yükseltebilelim, yükseltebilelim ki çocuklarımız ayaklarını toprağa basmasın, ağaçlara tırmanmasın, bir köpeğin başını okşamasın, önlerindeki monitörlerden başka DÜNYA tanımasınlar…
Bütün bunlara inat bir kuzunun doğduğu o kutsal ana tanıklık eden, kadife derili atların dörtnala koştuğu kırlarda uzanıp, kaplumbağanın çıkardığı hışırtıya kulak veren, gözünü gökyüzünde süzülen göçmen kuşlardan alamayan bu arada dilek tutmayı da ihmal etmeyen, meyveyi dalından yiyip suyu kaynağında içen, hiç unutmadığımız oyunları oynayan BİZİM KÖYÜN ÇOCUKLARI var.
Onlarla buluşup aynı pınardan su içmek, aynı ağaca tırmanıp meyve yemek, aynı oyunları oynayıp bütün çocuklarımıza farklı bir dünya olduğunu göstermek için yola çıkıyoruz.