Can dostum...
YILLARDAN beri ilk kez "büyük kanal" denilen televizyonlardan birisindeki programı izledim dün gece:
"Can dostum..."
Show TV, cuma akşamı gibi en verimli günü ve saatleri hayvanlara ayırmıştı. Ünlü insanlar, barınaklardan aldıkları kimsesiz köpekleriyle, belirlenmiş hareketleri yapıp yarıştılar.
Jüri vardı, salonda izleyiciler alkışlarıyla, ekranların başındaki insanlar cep telefonlarıyla puan vererek yarışmaya katıldılar.
Yarışmanın geliriyle barınaklardaki hayvanlara bakılacak. Yani, yarışan köpekler farkında olmadan, kendileri gibi terk edilmiş arkadaşları için para kazandılar.
Biz yarışmayı barınaktan aldığımız Suşi ve annesi ormanda öldürüldüğü gece bizim bahçeye kaçıp sığınan Çıtır ile birlikte izledik; her birimiz birer koltukta.
Andree onlara yarışmanın şartlarını anlatsa da onlar ekrandan köpek sesleri geldikçe kalkıp evi aradılar.
*
Yarışan köpekler, insanlar tarafından sokağa atılmış, eziyet görmüş, kimisi dövülmüş, tümü bir travmanın içinden çıkıp gelmişti. Yeni ünlü sahipleri ile belki de bir haftada ortak çalışmayı, işbirliğini, uyumu, birlikte başarmayı öğrenmişlerdi.
Ama onlar gibi binlercesi var barınaklarda, ben bilirim oraları.
O demir kapılar her açıldığında "Beni almaya geldiler" diye sevinip, deliler gibi zıplarlar çelik kafeslerinde.
Ama kimse onları almaya gelmez.
*
İşte bu sefer medya duyarlılığı ile hasret kaldığımız sanatçı duyarlılığı bir araya gelmişti, adı:
"Can dostum..."
Her şey para ya da reyting değildir.
Bir büyük televizyon kanalının çocuklarımıza verdiği "tüm canlıları sevme" duygusunun değerini kim ölçebilir?
Bu kanlı ve acılı dünyada, birbirini yiyen bir topluma "bir tek canı kurtarmanın dahi insana verdiği huzur" daha iyi nasıl anlatılır?
"Korkmak" ile "sevmek" arasındaki fark... Ya da "öldürmek" ile "yaşatmak" arasındaki fark...
Bu değil midir dizlerimize vura vura aradığımız eksik şey...
İşte o aradığımız şeyin yerini bize gösteriyorlardı önceki akşam iyi insanlar:
Hemen yanıbaşımızda...
Bekir Çoşkun